Ülkemizde karnını doyuracak bir lokma bulamayan milyonlarca insan varken, televizyon ekranlarında “gurme” kisvesine bürünmüş 3-4 kişi, mutfak şovu adı altında yüzyılın en büyük tiyatrosunu sergiliyor. İşin garibi, kimse utanmıyor. Neymiş efendim? Tabak sunumu şöyleymiş, ana yemek kuruymuş, tatlı şekerliymiş… Be mübarek, açlıktan bayılmak üzere olan insanlar var! Sen tatlının şeker dengesiyle cebelleşiyorsun!
Bu programlar yemek yarışması değil, tam bir senaryo yarışması. Reji masanın altından düğmeye basıyor: “Hadi şimdi kavga et, reytingler düşmesin!”
Bir bakıyoruz, biri “Ben böyle lezzetsiz bir köfte görmedim” diyor, öbürü “Senin yemeğin tam bir felaket!” diye masaya saldırıyor. Ortalık çığlıklar ve tabak kırıklarıyla doluyor. Arkadaşlar, siz misafir misiniz yoksa bir aksiyon filminin figüranı mı?
Görünüşte yemek programı, ama asıl mesele reyting pastasından daha büyük bir dilim kapmak. Reyting uğruna ne tadım kalıyor ne de saygı. “Ben el açması börek yaptım” diyor yarışmacı, ama diğerleri sanki 5 Michelin yıldızlı restoranda şefmiş gibi burun kıvırıyor. Halbuki hayatında hazır makarnadan başka bir şey yapmayan insanlar bile o eleştirileri izleyince utanıyor.
Bir düşünün, bir köy evinde sadece çorba pişerken aynı ülkede birileri “Tatlı niye bu kadar kabarık olmadı?” diye sorguya çekiyor. Televizyonda gördükleri sahte parıltıya kapılıp “Ben de orada olsam, ne laflar ederim” diye düşünen kitleler türedi.
“Yemekteyiz” değil, “Gösterideyiz” aslında. Çünkü o masalarda yapılan eleştiri değil, tiyatro. Yemeğe, emeğe ve insan onuruna saygıyı kaybettiğimiz gün, televizyon başında popcorn eşliğinde birbirini küçük düşüren insanları izlemeyi marifet sandık. Unutmayın, her izlediğiniz reyting puanı, bir lokma yemeğe hasret bir insanın suskunluğu kadar değerli olabilir. Ama tabii ki oradaki “eleştirmenler” için önemli olan tek şey: “Bu hafta finalde kim ağlayacak?”
Afiyet olsun… ya da sahte gözyaşı molası, nasıl isterseniz!
Sevgiyle,
Özgür VATANSEVER