FERDİ TAYFUR’UN HİKÂYESİ
BABAMI VURDULAR DERBEDER OLDUM!
“Yıl 1945. Adana’nın Hürriyet Mahallesi 381. Sokaktaki Nezihe Abla’nın tek gözlü gecekondusunda dünyaya gözlerimi açmışım. Benden önce Tayfur isimli bir erkek kardeşim varmış. Tayfur 6 yaşındayken zehirli sıtma hastalığına yakalanmış sonra tedavide geç kalındığı için kurtarılamayarak ölmüş.
Tayfur’un ölümüyle de bizim aileyi bir mutsuzluk kaplamış. Sonra ben doğmuşum benim üzerime daha bir titremişler. Hastalanmayayım, yaşayayım diye.
Beni doğurmak istememiş anam. Aldırmayı düșünmüş. Ama babam kardeşim Tayfur ölünce kendini içkiye vurmuș, sabahlara kadar içer olmuş kahrından, üzüntüsünden.
Çok severmiș Tayfur’u..
Ve anam biraz da babamın üzüntüsü azalsın diye zorunlu olarak doğurmuş beni. Ve zorunlu olarak doğduğum anda ölen kardeşimin de adı eklenerek üç ismim olmuş: Turan Ferdi Tayfur.
Babam toprağı olmayan beș parasız yoksul bir köylüymüş. Hapisten çıktığı gün annemle evlenmiş. Bilekli ve yürekli olduğu için tüm köylü ona sığınırmıș. Zaten hapse de bu yüzden girmiş. Halasının kocası askerdeyken bir adam musallat olmuş halasına. Kadın haber salmıș babama.
Namusu için dünyayı yakardı babam. Ve adamı yaralamış, o gün bugündür de babamın adı Beyköylü Cemali’ye çıkmış.
Ben 4 yaşımdayken babam askere gidiyor. Askerden döndükten sonra bir gün, et, sebze, meyve filan almak için çarşıya inmiș. Çarşıda arkadaşlarına rastlamış. Gel demişler dönüşünü kutlayalım. Babam aldığı seyleri eve yollamıș bir hamalla.
‘Ben de geleceğim. Sofrayı hazırlasınlar biraz gecikebilirim’ demiş. Biz sofrada onu boșa bekledik. Sonra annem bize yemeklerimizi yedirdi ve biz yattık. Babamın Arap Ahmet diye bir arkadaşı varmış. O çok ısrar etmiş, bir lokantada yemek yiyip içtikten sonra pavyona gitmişler. Pavyonda bir ara iki masa arasında tartıșma çıkmış, babam araya
girmiș ve vurulmuş… Annem tutmuş elimden, kuşluk vakti sokaklarda babamı aramaya, eșe dosta sormaya başlamış.
O ara karşıdan koșarak gelen Deveci Mehmet Efendi anneme:
‘Cumali biraz rahatsızlandı, hastaneye kaldırdım.’ demiş. Annem hastanenin bahçesinde beni birakıp fırlamış içeri… İçerisi tıklım tıklım dolu. Babamın başına gelenleri öğrenen koșmuş gelmiş..
Bu arada babamı vuran adam da bir intikama kurban gitmemek için gitmiş karakola teslim olmuş: Sarhoștum ne yaptığımı bilmiyorum, ben ettim etmesin’ diyerek arkadaşlarıyla da babama haber
salmış. Babama üç gün kan vermişler
Bir gün kendine gelir gibi olmuş ve
annemin ellerine sarılarak: ‘Aman çocuklara bir şey hissettirme. Onlar
daha çok küçük. Onların o küçücük dünyalarına kan ve gözyaşı
dökmeyelim’ diye adeta yalvarmış..
Ve babam gözlerini tavana dikmiş
ellerini annemin ellerine uzatmış
bir saatlik sessizlik içinde de ruhunu teslim etmiş…
6 yaşındaydım. Babamı vurdular. Ailem garip, ben derbeder oldum. Hiç kimse anlayamaz benim duygularımı, hiç kimse duyamaz 6 yaşında babası vurulan bir çocuğun acılarını. Kimse geri getiremez
ki babamı da, döktüğüm gözyaşlarımı da ve kimse geri getiremez ki babamı da, döktüğüm gözyaşlarımı da ve kimse geri veremez ki çocukluğumu. Șarkılarımdaki hasretlik, gariplik, derbederlik duygularının temelinde iște bu olay yatar.”
… Rabbim rahmetiyle muamele etsin.
Ses dergisinde 80’li yıllarda çıkan röportajı…
Muharrem Demir