2000’li yılların gürültülü sahnelerinde sesiyle iz bırakan, bir kuşağın kulak hafızasında yer eden bir rock grubunun kurucusu ve solisti olan Cihan Akan, uzun süredir gözlerden uzak bir yolculukta. Popülerliğin parlak ışıklarından çekileli yıllar geçmiş olmuş olsa da, müziğin ve üretmenin içten çağrısı onun hayatında hâlâ belirleyici.
Bu röportajda Cihan Akan’la yalnızca geçmişi değil; şöhretle kurduğu mesafeyi, görünmez olmanın getirdiği özgürlüğü, müziğin değişen ruhunu ve bugün nerede durduğunu konuştuk. Kimi zaman bir dönemin aynasına, kimi zaman da insanın kendiyle baş başa kaldığı sessizliğe baktık.
Hayat, karmaşanın içindeki o muazzam basitliği bulduğum bir noktada. Açıkçası şu an hayatımın %70’ini kaplayan bir “rasyonel dünya” var. 7/24 bir fon yöneticisi ve trader olarak ekran başındayım; kendi yazdığım botlarla, algoritmalarla boğuşuyorum. Piyasa uyumaz, ben de pek uyumam. Geriye kalan zamanlarda ise sadece “Cihan”ım, spor yapıyorum, yeni bir seyler ogrenmeye calisiyorum, kahve dukkanlarinda dolaniyorum. Müzik artık benim için bir kariyer veya “iş” değil, sadece bir ifade biçimi. Eskiden sahne ışıkları altında karmaşık bir hayatım vardı, şimdi “sıradan” olmanın ve o “noname” duruşun hafifliğini yaşıyorum. Müziği artık sadece sanat için, gerçekten söyleyecek bir sözüm olduğunda yapıyorum.
Müzikal anlamda kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Solo kariyerinizdeki en özel çalışma hangisi?
Sahneye çıkmadan önce uyguladığınız özel bir ritüel ya da hazırlık süreci var mıydı?
Eskiden hazırlıklarım da kafamın içi gibi gürültülüydü. Pink Floyd’un o meşhur sözündeki gibi: “Kafamın içinde biri var ama o ben değilim.”Biraz öyleydi durumum. Sahnede hoplayıp zıplayan, şov yapan biri değildim; şarkılar da öyle değildi zaten. Neysem oydum. O anki ruh halim neyse sahneye de o yansırdı.
Ixir’in ara verme sürecinde en belirleyici etken ne oldu?
Aslında bu bir “ara verme” değil, Ixir’in sonuydu. Bunun en belirleyici sebebi yanlış menajer seçimi ve çok yetenekli ama yanlış müzisyenlerle çalışmaktı. Çok iyi enstrüman çalmak ile üretim ve orijinallik farklı yetenekler. Ben kafamdaki o soundu, o ruhu duyamıyordum ve bu beni çok rahatsız ediyordu. Doğru bir menajerlik ve vizyon olsaydı Ixir bugün hala aktif ve popüler olabilirdi. Yanlış anlaşılmasın; grupta kim çaldıysa hepsini insan olarak çok severim, çok değerli müzisyenlerdir ama kimya tutmadı diyelim.
Bu dönem sizin kişisel ve sanatsal hayatınızda nasıl bir değişim yarattı?
İşte en zor kısmı buydu: “Sıradanlaşmak”. Sahneden inip halkın arasına karıştığınızda sudan çıkmış balığa dönüyorsunuz. Özellikle kadınlarla ilişkilerimde büyük bocaladım. Yıllarca kadınlar bana geldiği için, bir kadın nasıl etkilenir, nasıl flört edilir bilmiyordum bile. O ilgiden uzaklaşmak, egoyu terbiye etmek çok sancılıydı. Tercihen biraz yalnizlasip izole oldum hatta bunu belki biraz abartmış da olabilirim. Ancak Uzak Doğu felsefesi ve meditasyonla tanışınca o “rockstar” egosunu kırıp, her şeyin aslında ne kadar basit olduğunu anladım. O hafiflik hissi, beni baska bir ben yaptı.
Yeniden sahnelere dönme veya yeni projeler üretme gibi planlarınız var mı?
Planlı yaşamıyorum. Dijital platformlarda (iTunes, Spotify, YouTube) varım ama agresif bir pazarlama derdim yok. İçimden geldiğinde şarkı yayınlıyorum. YouTube kanalımda da sadece müzisyen kimliğimle varım. Acikcasi sahne yapmak da istemiyorum, sıkıldım. 🙂 Müzisyenlerle uğraşmak bin tane egoyu yönetmek istemiyorum.
Dijital çağın müzik üretimi ve dinleyiciyle iletişim üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Geçenlerde devamlı rap dinleyen genç bir çocuk yanıma geldi ve bana ne dedi biliyor musunuz? “Abi senin müziğinde enstrümanlar var, ben o müziği nasıl dinleyeyim?” 🙂 Sanırım dijital çağın ve bu çağa ait müzik algısının en kısa ve net özeti bu. Artık algoritmalar ve tüketim hızı, enstrümanın ve melodinin önüne geçmiş durumda.Dikkatlice bakarsanız en popüler isimler ne sarki söylüyor ne de müziğin M’sinden anlıyorlar. Artik cag Boyle, yapay zekalar, teknolojiler yeteneksiz, vasıfsız tipleri fenomen yaptı ve bu ülkede kisi başına dusen unlu sayisi çok fazla. Takip etmiyorum, edemiyorum.
Ixir’in yeniden bir araya gelmesi sizce mümkün mü?
Aslında birkaç yıl önce eski grup arkadaşlarımdan böyle bir teklif geldi. Ama Herakleitos’un dediği gibi, “Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz.” O defter kapandı. Hem o nehir değişti hem ben. Artık buna ayıracak bir vaktim ve enerjim olduğunu düşünmüyorum.
Sanatçı kimliğinizde yıllar içinde sizi en çok güçlendiren veya dönüştüren şey ne oldu?
Zihni yönetebilmek. Schopenhauer’in çok sevdiğim bir sözü vardır: “Düşünceler çekmece gibidir, gerektiğinde açıp kapatmasını bilmelisin.”Bu benim hayat mottom oldu. Eskiden zihnim susmazdı, şimdi o çekmeceleri yönetebiliyorum. Ama bunu pratikte nasıl yapacagimi ise uzak dogu felsefesinden, meditasyonlardan öğrendim. Zihninize nasıl calismasini gerektiğini öğretmeniz gerekiyor yoksa çok can sıkıcı sekilde calisabilen bir yapı zihin dediğimiz sey. Artık felsefe, siyaset veya derin mevzuları konuşmayı da pek sevmiyorum açıkçası. Ve yeni dünyada zeki insanlara veya derinliğe pek rağbet yok. Basit yaşayıp, basit düşünmek en büyük lüks. Artik benim birine bir şey söylediğimde, söylediğimin belki de %10’unun ona ulastiginin farkındayım. Hayat görundugu gibi degildir görebildimiz kadardır.
Sahnede hissettiğiniz o ilk anlar sizin için ne ifade ediyor?
Açıkçası sahne, her şeyi unuttuğum yerdi. Hep çok heyecanlanırdım ama ilk şarkıya, ilk akora girdiğimiz an o heyecan yerini saf bir enerjiye bırakırdı. Heyecanımı yenemediğim tek yer televizyon programlarıydı. Kamera arkasından “3-2-1 Kayıt!” dendiği an kilitlenirdim, şarkıyı söylemekte bile zorlanırdım. O stüdyo soğukluğunu ve kamera gerginliğini hiç aşamadım.
Eski ve yeni dinleyicilerinize iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?
Eski dinleyicilerim neredeler ne yapıyorlar bilmiyorum çünkü uzak kaldık. Ama yeni dinleyicilerden genelde duydugum şey benim nasıl noname kaldigim konusunda saskinliklari. Yani benim iletmek istediğim mesajimi sormuştun ben bana iletilen mesajları belirttim sanırım. 🙂 Mesajim: ne düşündüğünüze, ne dinlediğinize, ne yediğinize ve kendinize dikkat edin.
Genç müzisyenlere bugünün koşullarında ne tavsiye edersiniz?
Açıkçası kimseye tavsiye verecek bir konumda görmüyorum kendimi ama bir finansçı olarak şunu söyleyebilirim: Risk yönetimini öğrenin. Müzisyenlerin çoğu hayatını koşulsuzca müziğe adar; ne bir “stop-loss” (zarar kes) mesafeleri vardır ne de bir “take-profit” (kar al) noktaları. Sonuç çoğu zaman hüsran oluyor. Sadece müzisyen olmayın. Hayatı öğrenin, başka disiplinlerle (yazılım gibi, finans gibi) ilgilenin. Ve egonuzu müziğinizin önüne geçirmeyin. Müzisyenlerin o anlamsız egoları beni hep rahatsız etmiştir; gerçi o da bir nevi kendini değerli hissetme içgüdüsü ama siz yine de o tuzağa düşmeyin.
Son olarak, “Cihan Akan’ın hayat mottosu” nedir? Bize tek cümleyle özetler misiniz?
Sartre’ın hayatı üç bölüme ayırdığı o meşhur tespiti benim mottomdur: “Dünyayı değiştireceğini sandığın, dünyayı değiştiremediğini anladığın ve dünyanın seni değiştirdiğine emin olduğun dönem.” Ben bu evreleri yaşadım ve anladım ki hayat çok basit; zor olan o basitliği yaşayabilmek. Şimdi o basitliğin ve anın kıymetini bilme peşindeyim. Hayatin bilinmezligini seviyorum artık sadece yönetebileceğim konulara kafa yoruyorum. Pozitif tarafta kalmaya calisiyorum.

Ve işte sorularım bitiyor düşüncelerim başlıyor..
Bu röportaj bence bir dönemin geride kaldığını değil; dönüşerek devam eden bir yolculuğu anlatıyor.
Cihan Akan’ın sözlerinde, sahnelerin gürültüsünden uzak olsa da müziğin hâlâ yaşayan, nefes alan bir yer tuttuğunu görmek bence mümkün. Saatin sarkaçları yalnızca zamanı ölçmez; insanın duygularını da taşır sanki. Bir şeyi tutkuyla istemekle, aynı şeyden aynı hızla yorulmak ya da uzaklaşmak arasındaki o ince mesafe, tıpkı sarkacın iki ucu gibi. Cihan Akan’la sohbet bu noktada müziğin ötesine geçiyor ve insanın kendi iç ritmine dokunuyor. Şöhret, üretim, görünürlük ya da sessizlik… Hepsi, bir dönem arzu edilenle sonra mesafe konulan duygular arasında salınıyor. Akan’ın anlattıkları, bu gelgitlerin bir zayıflık değil, aksine hayatın doğal akışı olduğunu hatırlatıyor; insanın kendini tanımasının da tam bu salınımlar sırasında mümkün olduğunu fısıldıyor.
Bazen hayat sesi kısar, ışıkları azaltır; ama insan kendi iç melodisini bulduğunda her şey yeniden başlar.
Belki alkışlar artık daha uzaktan geliyor, ama hikâye derinleşiyor.. Aksine, en sahici bölüm tam da burada başlıyor..
Bu söyleşiye zaman ayırarak düşüncelerini içtenlikle paylaşan sevgili Cihan Akan’a teşekkür ederim.
Tülay Ataman