Yıllardır bir yalanın gölgesine sığınan , sözde Ermeni Soykırımı adı altında, belgelerle desteklenmemiş, çarpıtılmış, taraflı kalemlerden çıkan bir anlatı tüm dünyaya servis ediliyor. 24 Nisan yaklaşmışken ortaya çıkacak bu sözde Ermeni Soykırımı safsatalarına rast gelmeden önce bu konuyla ilgili bir şeyler yazmak istedim. Daha doğrusu canı “gerçek” bir şeyler okumak istemiş olan okuyucularımı düşündüm…
1915’te Osmanlı, dört bir yandan düşmanla kuşatılmıştı. Cepheler ateş altındaydı. Ve içerde, yıllardır birlikte yaşadığı ve zamanında “millet-i sadıka” yani “sadık topluluk” olarak adlandırdığımız ermeni unsurları adeta sırtımıza keskin bir hançer saplayarak bu kaosun içinde silaha sarıldı. Hedefleri, kendilerine bağımsız bir devlet kurmaktı. Emperyalist devletlerin kuklası haline gelen bu azınlık Ermeni çetelerinin yaptığı baş kaldırı, yıllardır birlikte yaşadığı Doğuda, özellikle Van’da, Türk köylerine yaptığı baskınlar tarihin utanç sayfalarından biridir. Kadın, çocuk, yaşlı demeden binlerce insan hunharca katledildi. Kadınlar toplu tecavüzlere uğradı, çocuklar annelerinin gözü önünde öldürüldü, hamile kadınların bebekleri karnından deşilerek alındı… Bugün Van’da kazılan toplu mezarlar, bu vahşetin sessiz tanıklarıdır. Her kazmada çıkan kemikler, “soykırımı kim yaptı?” sorusuna vicdanı olan herkesin cevap vermesini ister.
Van’da bir ahırın direğine kazınmış o yazıda “Burada şu kadar Türk’üz, sayımız şu kadar….” diye devam eden bir not. Ermenilerin az sonra gelip o ahırı ateşe vereceklerini bildiren bir not. Bu bir roman kurgusu değil. Bu, tarihe Ermeni Soykırımı var diye yazanlara gösterilen gerçeğin ta kendisi.
Tehcir, soykırım değil; bir güvenlik tedbiridir. Osmanlı Devleti, tehcir edilen Ermenilere yeni yerleşim yerlerinde evler, iş imkânları, ekmek karneleri gibi pek çok imkan sağladı. Günde kişi başına verilen ekmek miktarı dahi kayıtlarda mevcuttur. İskan edillen bölgelerde komşuları olan Türklerin yardımı ile yapılan, kireçlenen,boyanan evler… Hepsi kayıtlarda mevcut. Bu, bir “soykırım”ın değil, bir devletin çaresizliğine rağmen sergilediği merhametin belgesidir.
Peki ya sahte belgeler? Dünya kamuoyunu yönlendiren o sözde kitaplar? Zamanında bu eserleri yazan bazı yazarların yıllar sonra gerçeği itiraf ettiğini, yazdıklarının baskılar sonucu çarpıtıldığını neden kimse konuşmuyor? Çünkü Türkleri suçlu bulan söylem, uluslararası sistemin işine geliyor.
Bugün hâlâ 1915 olaylarını “soykırım” olarak tanıyan ülkeler, kendi kirli tarihlerine dönüp bakmadan parmak sallıyor. Amerika’nın yerli halklara yaptıkları, Fransa’nın Cezayir katliamı, Belçika’nın Kongo’daki vahşeti tarihin çoktan yazılmış kara lekeleri değil mi?
Ermeni Soykırımı yoktur. Tehcir vardır. Karşılıklı acılar vardır. Ama tek taraflı bir suçlama, tek taraflı bir kurban anlatısı kabul edilemez. Gerçeklerle yüzleşmek istiyorsak, önce susan arşivleri değil, bağıran toprakları dinlemeliyiz.
Fatma KIVRAK