Prof. Dr. Zakir Avşar, orman yangınlarının artan sıklığına ve büyüklüğüne dikkat çekerek, iklim krizi ve insan faktörünün bu felaketlerdeki rolünü vurguladı. Avşar, yangınlarla mücadelede orman işçilerinin ve gönüllülerin fedakarlığını ön plana çıkarırken, yanan alanların imara açılmaması gerektiğinin altını çizdi.
Ankara – Yine yaz geldi, sıcaklar arttı ve maalesef yine o tanıdık, içimizi karartan görüntüler ekranlara yansıdı: Dumanlar, alevler ve yanan ormanlar… Antalya’dan İzmir’e, Muğla’dan Hatay’a kadar birçok bölgede yeniden alevlerin yükselmesi, Prof. Dr. Zakir Avşar’ın deyimiyle “Yeşil Vatanın sessiz çığlıkları”nı daha da duyulur hale getirdi.
Prof. Dr. Avşar, “Yeşil Vatan Yanarken Sessiz Çığlıklar” başlıklı yazısında, bu acı gerçeği tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Orman yangınlarının son yıllarda neden bu kadar sık ve büyük çapta yaşandığı sorusuna cevap arayan Avşar, iki temel faktöre dikkat çekiyor: İklim krizi ve insan faktörü.
İklim krizinin etkileri malum. Yazlar artık daha uzun ve sıcak geçiyor. Sıcak hava dalgaları giderek yaygınlaşıyor, nem oranı düşüyor ve kuraklık kapımıza dayanıyor. Hava sıcaklığı 40 derecenin üzerine çıktığında ve rüzgar da şiddetli estiğinde, küçücük bir kıvılcım bile yüzlerce hektarlık alanı bir anda kül edebiliyor. Hatırlarsınız, geçen yaz Marmaris’te çıkan yangında rüzgarın etkisiyle alevler nasıl da hızla yayılmıştı. Sanki bir canavar gibiydi, önüne ne gelirse yutuyordu.
Ancak Prof. Dr. Avşar’a göre, işin bir de “insan eli” boyutu var. Atılan bir sigara izmariti, piknik sonrası söndürülmeyen bir mangal, bilinçsizce bırakılan cam şişeler, anız yakmak, orman giriş yasaklarına uymamak… Maalesef orman yangınlarının büyük bir bölümü insan ihmaliyle başlıyor. Yani aslında, kendi ellerimizle yeşil vatanımızı ateşe atıyoruz.
Bu yangınlarla mücadelede en ön safta yer alanlar ise orman işçileri. Dr. Murat Yılmaz’ın öncülüğünde Öz Orman İş Sendikası Genel Başkanı Settar Aslan ve ekibiyle yapılan görüşmelerde, bu kahramanların fedakarlıkları bir kez daha ortaya çıktı. Düşünün, 25 bin orman işçisi ve 131 bin eğitimli gönüllü, canlarını dişlerine takarak alevlerle savaşıyor. Onlarca uçak, yüzü aşkın helikopter ve insansız hava araçları da gökyüzünden destek veriyor. Bir nevi göklerden yere inen bir kurtarma filosu…
Ormancılar, hava unsurlarının yangınların hızını azalttığını ve baskıladığını belirtiyor. Ancak asıl söndürme işi, kara unsurları tarafından gerçekleştiriliyor. Çünkü orman, düz bir arazi değil. Engebeler, dağlar, tepeler, araçların giremeyeceği yerler var. İşte bu yüzden kol gücü, insan gücü her şeyin üzerinde. Orman işçisi itfaiyeci değil, orman yangını da itfaiyenin söndüreceği yangınlara benzemiyor. Bu, farklı bir uzmanlık, eğitim ve ihtisas işi.
Öz Orman İş Sendikası Genel Başkanı Settar Arslan, orman yangınlarıyla mücadelede personel yetersizliğine dikkat çekiyor. 774 gözetleme kulesinde 24 saat esasına göre vardiyalı çalışan 2328 kişi, 1786 arazözde görev yapan 3572 şoför, ilk müdahale araçları ve iş makinelerinde çalışanlar… Toplamda 9463 kişi fiilen arazide yangınla mücadele edemiyor. Yani yangın anında sahada mücadele edecek personel sayısı sadece 12.537 kişi. Arslan’ın dediği gibi, havadan müdahalede ve araç teçhizatında sorun yok, ancak nitelikli orman işçisi ihtiyacı had safhada.
Unutmayalım ki, bir orman yandığında sadece ağaçlar yanmıyor. Toprağın bereketi, kuşların yuvası, böceklerin ve arıların yaşam döngüsü, akarsuların debisi, dağların sessizliği de yanıyor. Bir orman yangını, binlerce canlı türünün geleceğini de küle çeviriyor. O orman, aynı zamanda bu ülkenin çocuklarına nefes olan oksijen deposu, toprağı sellerden koruyan bir kalkan, iklimin dengesini sağlayan bir denge unsuru. Bu yüzden, bir ormanın yanması sadece bir çevre haberi değil, bu milletin geleceğiyle ilgili en önemli meselelerden biri.
Yangın sonrası yaşanan en önemli hatalardan biri, yanan alanların imara açılacağı söylentileri veya bu alanların bilinçsiz şekilde betonlaşmasına yönelik girişimler. Anayasa ve ilgili yasalar bu konuda çok açık: Yanan orman alanları orman vasfını korur ve başka bir amaçla kullanılamaz. Bu kural, gelecek nesiller için ormanların korunmasının en temel güvencesi.
Prof. Dr. Avşar, geleceğe dönük olarak, imar faaliyetlerinin yangına hassas alanlardan uzaklaştırılması, yapılaşmanın sınırlandırılması ve tampon alanların oluşturulmasının önemine vurgu yapıyor. Ayrıca, İHA ve uydu verileriyle yangın risk haritalarının sürekli güncellenmesi, yerel halkın yangınla mücadelede gönüllülük esasına dayalı olarak eğitilmesi, orman köyleri çevresinde yangına dayanıklı bitki türleri ile koruyucu şeritlerin oluşturulması gibi önlemlerin de alınması gerektiğini belirtiyor.
Yangından sonra doğanın kendini onarması için sabırlı olmak, ekolojik restorasyon süreçlerine saygı göstermek gerekiyor. Çünkü ormanlar kendini yenileme kabiliyetine sahip. Toprağın altındaki köklerden, tohumlardan yeniden filizlenir, kuşlar tohum taşır, rüzgar bitkileri getirir. Bizim görevimiz, bu iyileşme sürecini korumak ve desteklemek.
Unutmayalım, bir ormanın yeniden oluşması onlarca yıl alırken, bir kıvılcımın ormanı yok etmesi sadece birkaç saat sürüyor. Yangınları tamamen durdurmak mümkün olmayabilir, ama onları önlemek elimizde. Yangın çıktığında daha hızlı müdahale etmek elimizde. Doğayı korumak için bilinçli davranmak elimizde.
Bu yaz günlerinde, sıcaklıklar artarken, rüzgarlar şiddetlenirken bir kez daha hatırlayalım: Yeşil vatanın sessiz çığlıklarını duymak, hepimizin insanlık görevidir. Atalarımızdan miras değil, çocuklarımızdan ödünç aldığımız bu toprakları korumak, hepimizin sorumluluğu.