Türk dizileri, toplumumuzun gündelik yaşamında bir realite olmaktan öte, adeta bir alışkanlık haline gelmiş durumda. Her akşam televizyon karşısında toplanan ailelerin ortak paydası haline gelen bu yapımlar, kuşkusuz izleyiciyi içine çekmeyi başarıyor. Ancak bu çekimin arkasındaki dinamiklere baktığımızda, ortada düşündürücü bir tablo olduğu da yadsınamaz.
İlk olarak, bu dizilerin sunduğu abartılı hayatlara değinmek gerek. Lüks arabalar, ihtişamlı malikâneler ve kusursuz fiziklere sahip karakterler… Dizilerin büyük bir kısmı, toplumun sadece yüzde birlik kesiminin yaşayabileceği bir dünyayı izleyicilere dayatıyor. Bu durum, ekonomik zorluklarla mücadele eden milyonlarca insanın gerçekliğinden oldukça uzak. Bir çiftçinin sabah ezanı ile çalışmaya başladığı bir coğrafyada, gecesini pırlantalı kolyelerle süsleyen karakterler izlemek, bir süre sonra gerçeklikle olan bağımızı koparıyor.
Bu yapımların diğer bir sorunu ise, illegal dünyayı romantize etmeleri. Mafya, yasa dışı işler ve karanlık ilişkiler; bir yandan toplumda eleştirilmesi gereken konular olarak gösterilirken, bir yandan da izleyiciye “güç, para ve aşk” üçgeninde cazip kılınıyor. Özellikle genç kitle üzerinde bu dizilerin etkisi tartışmasız bir şekilde büyüktür. Şiddet, tehdit ve yasa dışı işler, kahramanlık olarak sunuluyor ve bu da farkında olmadan izleyiciyi şiddete özendiriyor.
Dizilerimizin bir başka özelliği ise, gerçekte olmayacak derecede abartılı hikâyeler. Aşk hikâyeleri, herkesin her şeye rağmen birbirine aşık olduğu, sonsuz fedakarlıkların yapıldığı bir atmosferde geçiyor. Bu durum, izleyicinin kendi hayatını sorgulamasına ve hatta memnuniyetsizlik hissetmesine neden olabiliyor. Çünkü dizilerdeki karakterler her zaman en romantik, en düşünceli, en tutkulu kişilerken, gerçek hayatta bu ideallerin karşılığı olmadığını fark eden bireyler, ilişkilerinde mutsuzluk hissedebiliyor.
Peki neden bu diziler bu kadar seviliyor? Cevap basit: Kaçış. İnsanlar, günlük hayatın stresinden, ekonomik sıkıntılardan ve toplumsal sorunlardan uzaklaşmak için kendilerini dizilere veriyor. Onlar için diziler, kısa süreli bir terapi, farklı bir dünyanın kapısı. Ancak bu kaçış, kalıcı bir çözüm sağlamıyor. Bilakis, sorunları görmezden gelmeyi ve daha büyük hayal kırıklıklarını beraberinde getiriyor.
Türk dizileri eğlence amacıyla üretilmiş olsa da toplum üzerinde derin etkiler bırakıyor. Şatafatlı hayatlar ve abartılı hikâyeler, izleyiciyi hem gerçeklikten koparıyor hem de toplumun değer yargılarını yeniden şekillendiriyor. Bunun çözümü ise, daha gerçekçi, daha toplumsal meseleleri işleyen ve izleyiciyi düşünmeye sevk eden yapımları desteklemekten geçiyor. Çünkü bir toplumun kültürel aynası, onun ekranlarında gördüğü hikâyelerdir. Ve o aynada, gerçek hayatın izlerini görmek, sahte parıltılardan çok daha değerlidir.
Sevgiyle,
Özgür VATANSEVER
YORUMLAR