Akademisyen Prof. Dr. Zakir Avşar, imam hatip liseleri üzerinden yürütülen tartışmalara değinerek, bu okulların toplumsal talep ve modernleşme arayışının bir sonucu olduğunu savundu. Avşar, imam hatip okullarının Türkiye’nin eğitim tarihinde önemli bir yere sahip olduğunu vurguladı.
ANKARA-BHA (17 Eylül 2025) – Son günlerde Liselere Geçiş Sınavı (LGS) sonuçlarının açıklanmasının ardından başlayan imam hatip liseleri tartışmaları, eğitim camiasında yankı uyandırmaya devam ediyor. Haber7 yazarı ve akademisyen Prof. Dr. Zakir Avşar, konuyla ilgili kaleme aldığı yazıda, imam hatip liselerinin tarihsel gelişimini ve toplumsal önemini değerlendirdi.
Prof. Dr. Avşar, yazısında LGS sonuçları üzerinden başlatılan “dezenformasyonlara” dikkat çekerek, “Gerçek dışı iddialarla kamuoyu oluşturulmak, sinsi bir şekilde İmam Hatip okulları hedefe konulmak istendi” ifadelerini kullandı. Bakanlık tarafından tüm illerde birinci olan öğrencilerin sayısı ve okulları açıklanmasına rağmen, bazı çevrelerin bu okullara yönelik “itibar suikastı” girişiminde bulunduğunu savundu. Avşar, özellikle Mahmud Celalettin Ökten’in adının verildiği okullar üzerinden bir karalama kampanyası yürütüldüğünü iddia etti.
Avşar, merhum Tahsin Banguoğlu, Tevfik İleri ve Mahmud Celalettin Ökten’in Türkiye’ye büyük hizmetleri dokunmuş, dini bilgilerin öğretilmesinin önünü açmış önemli şahsiyetler olduğunu vurguladı. Bu isimlerin, özellikle de Celal Hoca olarak bilinen Mahmud Celalettin Ökten’in adının imam hatip okullarında yaşatılmasının “tam bir kadirşinaslık” örneği olduğunu belirtti.
Türkiye’de eğitimin her dönemde toplumsal talepler ile devletin modernleşme vizyonunun kesişim noktası olduğunu belirten Avşar, Cumhuriyetin ilk yıllarında devletin laiklik ilkesini merkeze alarak yeni bir toplumsal düzen inşa etme hedefinin, eğitimin dini içeriklerden arındırılması sonucunu doğurduğunu ifade etti. Ancak bu durumun, toplumun dini ihtiyaçlarını karşılayacak insan kaynağının yetiştirilmesinde bir boşluk yarattığını ve halkın talepleriyle devletin laiklik ilkesi arasında gerilim yarattığını söyledi.
Avşar, “Millet namazını kıldıracak, cenazesini kaldıracak imam bulamaz hale gelmiştir” diyerek, o dönemdeki durumu çarpıcı bir şekilde özetledi. Anadolu’nun manevi değerlerle yoğrulmuş bir toplum yapısına sahip olduğunu ve eğitim politikalarında tamamen seküler bir çizginin sürdürülebilir olmadığını belirten Avşar, bu nedenle katı CHP iktidarının bile son döneminde bu gerçeği gördüğünü ifade etti.
Osmanlı döneminde medreselerin eğitim sisteminin önemli bir bölümünü oluşturduğunu hatırlatan Avşar, medreselerin sadece dini bilgi değil, aynı zamanda dönemin ihtiyaçlarına uygun sosyal bilim ve fen derslerinin de verildiği merkezler olarak işlev gördüğünü belirtti. Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun çıkarılması ve medreselerin kapatılmasının, toplumda din hizmetlerini yürütecek insan kaynağının yetiştirilmesinde bir boşluk yarattığını ve bu durumun halkın talepleriyle devletin laiklik ilkesi arasında sürekli bir gerilime neden olduğunu yineledi.
1940’lı yılların sonu ve 1950’li yılların başının, Türkiye’nin çok partili hayata geçişi ile birlikte toplumsal taleplerin daha açık bir şekilde ifade edilebildiği bir dönem olduğunu belirten Avşar, 1949’da Ankara’da açılan din görevlileri kurslarının, halkın cami ve din hizmetleri alanında duyduğu ihtiyaçların resmi düzlemde karşılanmasına dönük bir ilk adım olduğunu söyledi. 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi ve Tevfik İleri’nin Milli Eğitim Bakanlığına getirilmesinin, imam hatip okullarının açılması sürecini hızlandırdığını ve 1951 yılında İstanbul’da açılan ilk imam hatip okulunun, modern anlamda dini eğitimin kurumsallaşmasının temel taşı olduğunu ifade etti.
Bu süreçte Mahmut Celalettin Ökten’in imam hatip okullarının eğitim felsefesini oluşturduğunu ve müfredatın sadece dini ilimlerle sınırlı kalmaması gerektiğini, fen ve sosyal bilimlerin çağın gereklerine uygun biçimde okutulmasının zorunluluğunu savunduğunu belirten Avşar, böylelikle imam hatip okullarının, dini ve ahlaki eğitimle modern bilimsel eğitimi birleştiren, Türkiye’nin özgün toplumsal yapısına uygun bir model olarak şekillendiğini vurguladı.
Prof. Dr. Zakir Avşar, imam hatip liselerinin kuruluş amacından itibaren iki temel işlev üstlendiğini belirterek, bunları şu şekilde sıraladı: “Birincisi, toplumun din hizmetlerinde görev alacak insan kaynağını yetiştirmek; ikincisi ise dini bilgiye sahip, manevi değerlere bağlı, sosyal hayatın farklı alanlarında sorumluluk alabilecek bireylerin yetişmesini sağlamak.”
Sonuç olarak, imam hatip liseleri üzerine süregelen tartışmalar, Türkiye’nin eğitim tarihinde önemli bir yere sahip olan bu okulların toplumsal rolünü ve geleceğini yeniden gündeme getiriyor. Prof. Avşar’ın değerlendirmeleri, konuya farklı bir perspektif sunarken, tartışmaların daha sağlıklı bir zeminde yürütülmesine katkı sağlıyor.