Türkiye’nin dört bir yanında yeniden alevlenen orman yangınları, Prof. Dr. Zakir Avşar’ın dikkat çektiği gibi, sadece ağaçları değil, geleceğimizi de tehdit ediyor. İklim krizi ve insan ihmaliyle tetiklenen yangınlara karşı topyekün mücadele şart.
ANKARA (BHA) – 23 Ekim 2025 – Yaz mevsiminin o yakıcı sıcakları, yerini serin sonbahar günlerine bırakmaya hazırlanırken, içimizdeki yangın korkusu bir türlü dinmiyor. Televizyon ekranlarında yükselen dumanlar, alevlerin dansı, yüreğimizi dağlıyor. Antalya’dan İzmir’e, Muğla’dan Hatay’a yayılan yangın haberleri, adeta bir alarm zili gibi çalıyor: Yeşil vatan yanıyor!
Peki, bunca tedbire rağmen orman yangınlarının sıklığı ve şiddeti neden artıyor? Prof. Dr. Zakir Avşar, bu sorunun cevabını net bir şekilde ortaya koyuyor: İklim krizi ve insan ihmali. Yazların daha uzun sürmesi, sıcak hava dalgalarının yaygınlaşması, nem oranının düşmesi ve kuraklığın artması, yangın riskini katbekat artırıyor. 40 dereceyi aşan sıcaklıklar ve kuvvetli rüzgarlar, küçücük bir kıvılcımı bile devasa bir felakete dönüştürebiliyor.
Ancak Prof. Dr. Avşar’ın da belirttiği gibi, işin bir de insan eliyle ilgili boyutu var. Söndürülmeyen sigara izmaritleri, piknik sonrası bırakılan mangallar, bilinçsizce atılan cam şişeler, anız yakma ve orman giriş yasaklarına uyulmaması… Maalesef, orman yangınlarının büyük bir bölümü insan ihmali yüzünden çıkıyor. Bu durum, hepimizin sorumluluğunu bir kez daha hatırlatıyor.
Yangınlarla mücadelede en ön safta yer alanlar ise, canlarını dişlerine takarak çalışan orman işçileri. Öz Orman İş Sendikası Genel Başkanı Settar Aslan’ın verdiği bilgilere göre, 25 bin orman işçisi ve 131 bin eğitimli gönüllü, alevlerle göğüs göğüse mücadele ediyor. Onlarca uçak, yüzü aşkın helikopter ve insansız hava araçları da gökyüzünden destek veriyor.
Settar Aslan, hava unsurlarının yangınların hızını azaltmada önemli bir rol oynadığını, ancak söndürme işinin esas olarak kara unsurları tarafından yapıldığını vurguluyor. Ormanların engebeli arazisi, araçların giremediği yerler, insan gücünün ve kol gücünün önemini artırıyor. Orman işçileri, itfaiyecilerden farklı bir uzmanlık ve eğitim gerektiriyor. Onlar, orman yangınlarının dilinden anlayan, alevlerle yaşamayı öğrenmiş kahramanlar.
Peki, bunca çabaya rağmen neden hala orman yangınlarının önüne geçilemiyor? Settar Aslan’ın açıklamalarına göre, orman işçisi sayısı kağıt üzerinde çok gibi görünse de, orman varlığımızın büyüklüğü ve risk altındaki bölgelerin fazlalığı düşünüldüğünde, nitelikli orman işçisi ihtiyacı hala devam ediyor.
Aslan, “774 gözetleme kulesinde üçer kişi vardiyalı olarak 7/24 görev yapıyor: 2328 kişi… 1786 arazözde ikişer şoför: 3572, ilk müdahale araçları 2742, iş makinası sayısı 821. Yani 9463 kişi fiilen arazide değil, yangın olduğunda mücadele edecek personel sayısı 12.537 kişi…” diyerek, sahadaki personel ihtiyacını gözler önüne seriyor.
Unutmayalım ki, bir orman yandığında sadece ağaçlar yanmıyor. Toprağın bereketi, kuşların yuvası, böceklerin ve arıların yaşam döngüsü, akarsuların debisi, dağların sessizliği de yanıyor. Bir orman yangını, binlerce canlı türünün geleceğini küle çeviriyor. O orman, aynı zamanda bu ülkenin çocuklarına nefes olan oksijen deposu, toprağı sellerden koruyan bir kalkan, iklimin dengesini sağlayan bir denge unsuru. Bu yüzden, bir ormanın yanması sadece bir çevre haberi değil, bu milletin geleceğiyle ilgili en önemli meselelerden biri.
Yangın sonrası yaşanan en büyük endişelerden biri ise, yanan alanların imara açılacağı söylentileri. Prof. Dr. Zakir Avşar, bu konuya da dikkat çekerek, Anayasa ve ilgili yasaların açık olduğunu vurguluyor: Yanan orman alanları orman vasfını korur ve başka bir amaçla kullanılamaz. Bu kural, gelecek nesiller için ormanların korunmasının en temel güvencesidir.
Peki, gelecek nesiller için neler yapmalıyız? Prof. Dr. Avşar’ın önerileri oldukça önemli:
Unutmayalım ki, bir ormanın yeniden oluşması onlarca yıl alırken, bir kıvılcımın ormanı yok etmesi sadece birkaç saat sürüyor. Yangınları tamamen durdurmak mümkün olmayabilir, ama onları önlemek elimizdedir. Yangın çıktığında daha hızlı müdahale etmek elimizdedir. Doğayı korumak için bilinçli davranmak elimizdedir.
Bu yaz günlerinde, sıcaklıklar artarken, rüzgârlar şiddetlenirken bir kez daha hatırlayalım: Yeşil vatanın sessiz çığlıklarını duymak, hepimizin insanlık görevidir. Çünkü, “Bu topraklar bize atalarımızdan miras değil, çocuklarımızdan ödünç alınmıştır.” Yeşil vatanın varlığı, nefesimizdir.