Prof. Dr. Zakir Avşar, “Geleceğin Türkiye’si nasıl olmalı?” başlıklı yazısında, ekonomik bağımsızlık ve milli kalkınmanın önemine dikkat çekerek, geçmişte yerli girişimlerin karşılaştığı zorlukları ve geleceğe yönelik yapılması gerekenleri değerlendirdi. Avşar, yolsuzluk iddialarına rağmen ülkeye karşı sorumluluğun devam ettiğini vurguladı.
ANKARA – Türkiye’nin geleceği nasıl şekillenmeli? Bu soru, sadece siyasetçilerin değil, her vatandaşın kafasını kurcalayan bir mesele. Prof. Dr. Zakir Avşar, bu önemli soruyu ele aldığı yazısında, geçmişten dersler çıkararak geleceğe yönelik bir vizyon çiziyor. “Geleceğin Türkiye’si nasıl olmalı?” başlığıyla yayınlanan yazısında Avşar, ekonomik bağımsızlık ve milli kalkınmanın altını çiziyor.
Avşar, bazı partilerin ve kurumların kişiselleşmiş olabileceğine, hatta yolsuzluk ve hırsızlık iddialarıyla anılanların “kurtarma topluluğuna” dönüştüğüne dair eleştirilerde bulunsa da, “bizlerin ülkemize ve milletimize karşı sorumluluğumuz devam ediyor” diyerek umudu koruyor. Şikayet ettiğimiz ne varsa, yarınlarda olmaması için çalışmak zorunda olduğumuzu vurguluyor. Bu, bir nevi “kendi göbeğimizi kendimiz kesmeliyiz” çağrısı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana ekonomik bağımsızlık ve milli kalkınma, devletin temel hedeflerinden biri olagelmiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün “Siyasi bağımsızlık ancak iktisadi bağımsızlıkla birlikte anlam kazanır” sözü, bu anlayışın temelini oluşturuyor. 1920’lerden itibaren başlayan sanayileşme planlamaları ve özellikle savunma sanayiinde dışa bağımlılığı azaltma çabaları, bu vizyonun somut örnekleri. Ancak, Prof. Dr. Avşar’ın yazısında da değindiği gibi, bu yolda pek çok engelle karşılaşıldı.
Erken Cumhuriyet döneminde, özellikle savunma sanayii alanında, Türkiye’nin kendi kendine yeterliliği yolunda umut vadeden birçok yerli girişimci ortaya çıktı. Ancak, Avşar’ın belirttiği gibi, bu girişimler “içerden ve dışardan sistematik tasfiye operasyonlarına maruz kalmışlardır.” Bu durum, “acaba kendi ayaklarımızın üzerinde durmamızı istemeyen güçler mi var?” sorusunu akla getiriyor. Sanki birileri, biz ne zaman başımızı kaldırsak, ayağımıza çelme takıyor.
Prof. Dr. Avşar, bu duruma somut örnekler veriyor. 1925 yılında kurulan ilk özel savunma sanayi şirketi olan Şakir Zümre’nin girişimi, o dönemde Türkiye’nin mühimmat ihtiyacını karşılamak amacıyla el bombası, deniz mayını ve uçaksavar mühimmatı üretiyordu. Bu, hem büyük bir teknik başarıydı hem de bağımsızlık perspektifinin somutlaşmasıydı. Peki ne oldu da bu fabrika, 1940’ların başında uygulanan ithalat politikaları nedeniyle soba fabrikasına dönüştü? Bu soru, hala cevap bekleyen bir muamma.
Benzer bir durum, Nuri Killigil’in başına geldi. Killigil tarafından İstanbul Sütlüce’de kurulan silah ve mühimmat fabrikası, 1949’da yaşanan şüpheli bir patlama ve Killigil’in ölümüyle gölgelendi. Dönemin belgelerinde dış kaynaklı sabotaj iddialarının yer alması, olayın sadece teknik veya ekonomik bir sorun olmadığını, aynı zamanda jeopolitik güç mücadelelerinin de yerli girişimlerin önünü kesmek için kullanıldığını gösteriyor. Bu olay, adeta bir “uyarı” niteliğindeydi: “Kendi işinizi kendiniz yapmaya kalkmayın!”
Havacılık alanında ise Nuri Demirağ’ın 1936’da kurduğu uçak fabrikası ve geliştirdiği Nu.D.36 ile Nu.D.38 modelleri, Türkiye’nin sivil havacılık kapasitesini geliştirme yönünde önemli bir adımdı. Ancak Türk Hava Kurumu’nun sipariş iptal kararları ve fabrikanın kapanışı, yerli havacılığın büyümesinin sistematik biçimde engellendiğine dair somut kanıtlar sunuyor. Vecihi Hürkuş’un yaşadığı lisans alamama ve projelerinin reddedilmesi, bu sürecin sembolü haline geldi. Hürkuş’un havacılık tarihimizden silinmesi, sadece bir bireyin kaderi değil, aynı zamanda milli sanayi hafızasının kasıtlı olarak zayıflatılması anlamına geliyor. Sanki birileri, “Siz uçamazsınız!” diye fısıldıyordu.
Prof. Dr. Zakir Avşar’ın yazısı, geçmişte yapılan hatalardan ders çıkararak geleceğe yönelik bir yol haritası çizme çağrısı niteliğinde. Ekonomik bağımsızlık ve milli kalkınma hedeflerine ulaşmak için, yerli girişimcilerin desteklenmesi, Ar-Ge çalışmalarına yatırım yapılması ve dışa bağımlılığı azaltacak politikaların izlenmesi gerekiyor. Aksi takdirde, geçmişte yaşanan “tasfiye operasyonları” tekrarlanabilir ve Türkiye, kendi potansiyelini gerçekleştiremeyen bir ülke olarak kalmaya mahkum olabilir.
Yazının tamamını okumak isteyenler, BHA’nın internet sitesini ziyaret edebilirler. Unutmayalım, geleceğin Türkiye’si, bugünden atacağımız adımlara bağlı.