ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü’nden Prof. Dr. Barış Salihoğlu, Türkiye’nin denizlerindeki sıcaklık artışının küresel ortalamayı aştığını ve bunun deniz ekosisteminde ciddi tahribata yol açtığını açıkladı. Uzmanlar, Marmara Denizi için felaket senaryoları çiziyor.
ANKARA-BHA (16 Ekim 2025) – Yaz bitti, güneş yüzünü göstermiyor ama denizlerimizdeki tehlike çanları çalmaya devam ediyor. Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Deniz Bilimleri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Barış Salihoğlu’nun yaptığı açıklamalar, hepimizi derinden etkileyecek cinsten. Salihoğlu, Türkiye’yi çevreleyen denizlerdeki su sıcaklığındaki artışın küresel ortalamanın üzerine çıktığını ve bu durumun deniz ekosisteminde geri dönülemez hasarlara yol açtığını dile getirdi. Peki, bu sıcaklık artışı ne anlama geliyor? Balık tezgahlarındaki çeşitliliğin azalması, sevdiğimiz deniz ürünlerinin sofralarımızdan kalkması mı?
Avrupa Birliği’nin Copernicus uydu izleme sisteminin verilerine göre, 2024 yılında küresel deniz yüzeyi sıcaklığı 20,87 dereceye ulaşarak rekor kırdı. ODTÜ’nün 1984’ten bu yana yaptığı ölçümler ise Türkiye’nin denizlerindeki durumun vahametini gözler önüne seriyor. Bu yaz, denizlerimizdeki sıcaklıklar uzun yıllar ortalamasının 1 ila 3 derece üzerine çıktı. Akdeniz’de deniz yüzeyi suyu sıcaklığı 28 dereceyi bulurken, Ege’de Bodrum’da 26, İzmir’de ise 25 derece olarak ölçüldü. Marmara Denizi’nde sıcaklıklar 26-27 dereceye kadar yükselirken, Karadeniz’de ise 27 dereceye kadar çıktı. Yani, denizlerimiz adeta kaynıyor!
Prof. Dr. Salihoğlu, Türkiye’nin denizlerindeki sıcaklık artışının, dünya ortalaması olan 1,2–1,5 derecenin üzerinde seyrettiğini vurgulayarak, bazı bölgelerde bu artışın 2 ila 2,5 dereceye ulaştığını belirtti. “Marmara, Karadeniz ve Doğu Akdeniz’in bazı kısımlarında deniz sıcaklıkları ciddi şekilde yükseldi,” diyen Salihoğlu, bu durumun birçok deniz canlısını doğrudan etkilediğini, deniz çayırlarının, pinaların ve soğuk su mercanlarının zarar gördüğünü ifade etti. Bir düşünün, o güzelim deniz canlıları, alıştıkları ortamda yaşayamıyor, ya ölüyorlar ya da göç ediyorlar.
Salihoğlu, sözlerine şöyle devam etti: “Bazı balık türleri sıcaklıklara uyum sağlayamayarak göç ediyor.” Yani, tuttuğumuz, yediğimiz balıklar artık bizim denizlerimizde yaşamayacak, başka yerlere gidecekler. Bu durum, sadece deniz ekosistemini değil, balıkçılık sektörünü ve dolayısıyla hepimizi etkileyecek.
Peki, bu sıcaklık artışının sebebi ne? Prof. Dr. Salihoğlu, geçen yıl rekor seviyelere ulaşan sıcaklıklarda El Nino etkisinin büyük rol oynadığını ve bu etkinin hala devam ettiğini söylüyor. İklim değişikliğine bağlı olarak sıcak hava dalgalarının sıklığında %65’e varan bir artışın görüldüğünü de ekliyor. Bu sıcak hava dalgaları, deniz suyu sıcaklıklarını 3 ila 4 derece artırabiliyor. Yani, El Nino ve iklim değişikliği, denizlerimizi adeta birer fırına çeviriyor.
Artan sıcaklıklarla birlikte Kızıldeniz kaynaklı istilacı türlerin Akdeniz’e yayıldığını, yerel türlerin ise alan kaybı yaşadığını ifade eden Salihoğlu, bu durumun deniz ekosistemini daha da karmaşık hale getirdiğini belirtiyor. Düşünün, bir yandan sıcaklık artışı, bir yandan da yabancı türlerin istilası… Denizlerimiz adeta bir savaş alanına dönmüş durumda.
Isınmanın denizlerin fiziksel yapısını da etkilediğini belirten Salihoğlu, Marmara Denizi için korkunç bir senaryo çiziyor: “Karadeniz’deki soğuk orta tabaka kaybolmaya başladı. Bu, derindeki hidrojen sülfürlü yapının yüzeye yaklaşmasına neden olabilir. Bu Marmara Denizi için felaket anlamına gelir çünkü oksijenli su yenilenmesi durabilir.” Yani, Marmara Denizi’nde oksijen biterse, orada yaşam da biter. Bu, İstanbul Boğazı’nın kokudan geçilmemesi, balıkların topluca ölmesi demek.
Ayrıca, nehirlerden denizlere tatlı su girişinin azalmasıyla birlikte biyoçeşitlilik ve ekosistem sağlığının daha fazla risk altına girdiğini ifade eden Salihoğlu, su politikalarının denizlerin ihtiyaçlarını gözeterek yeniden düzenlenmesi gerektiğini vurguluyor. Yani, sadece denizleri değil, nehirleri de korumamız gerekiyor. Çünkü her şey birbirine bağlı.
Prof. Dr. Salihoğlu, deniz suyu sıcaklıklarının artmasıyla birlikte kıyılarda ani fırtına, hortum ve siklon gibi aşırı hava olaylarının da daha sık yaşanabileceği uyarısında bulunuyor. Özellikle Akdeniz ve Karadeniz’de bu tür olayların artacağını belirtiyor. Yani, yazın kavurucu sıcaklar, kışın ise şiddetli fırtınalar… İklim değişikliği, hayatımızı her alanda etkilemeye devam ediyor.
Sıcaklık artışlarının aynı zamanda alg patlamaları ve müsilaj oluşumunu tetiklediğini vurgulayan Salihoğlu, Marmara ve Akdeniz kıyılarında tespit edilen zararlı yosun türlerinin oksijen tüketimini artırarak deniz yaşamını tehdit ettiğini dile getiriyor. Müsilaj kabusunu unutmadık. O kötü kokuyu, denizin üzerini kaplayan o iğrenç tabakayı… Aynı şeylerin tekrar yaşanmaması için önlem almamız gerekiyor.
Denizlerin dayanıklılığının artırılması için koruma alanlarının tüm denizlerde en az %30’a çıkarılması gerektiğini söyleyen Salihoğlu, trol balıkçılığının tamamen bırakılması ve sürdürülebilir balıkçılığa geçilmesi gerektiğinin altını çiziyor. “İklim değişikliğinin baskısı altındaki denizlerimizi koruyamazsak, hem ekolojik hem de ekonomik büyük bedeller ödeyebiliriz,” diyor. Yani, denizlerimizi korumak, sadece çevreyi korumak değil, aynı zamanda geleceğimizi de korumak anlamına geliyor.
Peki, biz ne yapabiliriz? Öncelikle, bu konuda bilinçlenmeli ve çevremizi bilinçlendirmeliyiz. Su tüketimimizi azaltmalı, atıklarımızı geri dönüştürmeli ve denizlerimizi kirleten davranışlardan kaçınmalıyız. Unutmayalım ki, denizler bizim geleceğimiz. Onları korumak, hepimizin sorumluluğu.