Türkiye’de gençler, hızla değişen dünyada gelenek ve göreneklerle nasıl bir ilişki kuruyor? Modern yaşamın dayattığı bireysellik mi, yoksa kültürel değerlere bağlılık mı ağır basıyor?
Özet: Türkiye’de gençler, hızla değişen dünyada gelenek ve göreneklerle nasıl bir ilişki kuruyor? Modern yaşamın dayattığı bireysellik mi, yoksa kültürel değerlere bağlılık mı ağır basıyor?
Ali Bozkurt’un Kayseri’den bildirdiği gibi, Türkiye gibi köklü bir geçmişe sahip ülkelerde, gelenekler ve görenekler toplumun adeta DNA’sını oluşturuyor. Nesilden nesile aktarılan bu değerler, bizi biz yapan, kimliğimizi şekillendiren unsurların başında geliyor. Peki, hızla değişen dünyada, özellikle de gençlerin bu değerlere bakışı nasıl? Küreselleşme rüzgarları eserken, geleneklerimizin geleceği ne olacak?
Gelenek dediğimiz şey, aslında bir toplumun ortak hafızası. Yüzyıllar boyunca oluşmuş, kuşaktan kuşağa aktarılmış davranış biçimleri, inançlar, değerler… Bayramlarda aile büyüklerini ziyaret etmekten, düğünlerde halay çekmeye, misafir ağırlamaktan, komşuluk ilişkilerine kadar her şey bu kapsama giriyor. Görenekler ise, bu geleneklerin günlük hayattaki pratik yansımaları. Yani, teoriden pratiğe geçiş gibi düşünebiliriz.
Türkiye’de bu durum daha da özel. Çünkü bizim geleneklerimiz, sadece kültürel değil, aynı zamanda dini motiflerle de örülmüş durumda. Ramazan’da davul sesiyle uyanmak, Kurban Bayramı’nda yardımlaşmak, Mevlid Kandili’nde dualar etmek… Bunlar, hayatımızın ayrılmaz bir parçası.
Günümüz gençliği, bambaşka bir dünyada büyüyor. İnternet, sosyal medya, küresel kültür… Her şey parmaklarının ucunda. Bu durum, onların değer yargılarını, hayata bakış açılarını derinden etkiliyor. Bir yandan geçmişten gelen değerleri anlamaya çalışırken, diğer yandan modern yaşamın sunduğu bireysel özgürlük, farklılık ve yenilik gibi kavramlarla karşılaşıyorlar. Bu da, ister istemez bir çatışmaya neden oluyor.
Mesela, eskiden evlilikler genellikle ailelerin kararıyla, görücü usulüyle yapılırdı. Şimdi ise gençler, kendi hayat arkadaşlarını kendileri seçiyor. Aşk evliliği, bireysel tercih ön plana çıkıyor. Ama hala kırsal kesimde, bazı yörelerde görücü usulünün devam ettiğini de unutmayalım. Bayramlarda büyükleri ziyaret etme geleneği de değişiyor. Şehir hayatının yoğunluğu, bireyselleşmenin artmasıyla birlikte, yerini telefonla, mesajla bayramlaşmaya bırakıyor.
Gençlerin çoğu, aslında gelenek ve göreneklere saygı duyuyor. Ama bu, her şeyi olduğu gibi kabul ettikleri anlamına gelmiyor. Onlar, bu değerleri sorgulayarak, eleştirerek, kendi süzgeçlerinden geçirerek benimsiyorlar. Gelenekleri körü körüne uygulamak yerine, çağın gerekliliklerine uygun şekilde yeniden yorumlama eğilimindeler. Bu da, hem geleneklerin yaşatılmasına, hem de toplumsal değişimin sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesine olanak tanıyor.
Sosyal medya, bu konuda önemli bir rol oynuyor. Gençler, kültürel içerikli paylaşımlar yaparak, geçmişe olan ilgilerini farklı bir şekilde gösteriyorlar. Halk oyunları videoları, yöresel yemek tarifleri, geleneksel kıyafetlerle çekilmiş fotoğraflar… Bunlar, modern mecralar aracılığıyla geleneklerin yaşatıldığının bir kanıtı.
Gelenek ve göreneklerin sağlıklı bir şekilde yaşatılabilmesi için, eğitim sistemine de büyük görev düşüyor. Aile ve değerler eğitimi, gençlerin kültürel kimliklerini tanımaları, anlamaları açısından çok önemli. Ama burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var: Gençlere bir şeyleri dayatmak yerine, onlara açıklayıcı, bilinçlendirici bir yaklaşımla yaklaşmak gerekiyor. Aksi takdirde, onları geleneklere yabancılaştırmış oluruz.
Kayseri’de konuştuğumuz gençlerden Ayşe, “Geleneklerimiz çok güzel ama bazıları artık çok eski kafalı. Mesela, kız çocuklarının okumasını engellemek gibi. Bunlara karşıyım. Ama bayramlarda ailemle bir araya gelmeyi, halamın yaptığı mantıyı yemeyi çok seviyorum,” diyor. İşte bu dengeyi kurabilmek önemli.
Günümüz Türkiye’sinde gençlik ile gelenek ve görenekler arasında karmaşık ama dinamik bir ilişki var. Gençler, artık sadece miras aldıkları gelenekleri değil, aynı zamanda bu gelenekleri nasıl sürdüreceklerini ve dönüştüreceklerini de tartışıyorlar. Bu dönüşüm, kültürel değerlerin yok olması değil, aksine daha bilinçli ve çağdaş bir şekilde yeniden inşa edilmesidir. Toplum olarak bu süreci sağlıklı yönetmek, hem geçmişle bağımızı korumamıza, hem de geleceğe daha sağlam adımlarla ilerlememize olanak tanıyacaktır. Unutmayalım ki, köklerimiz ne kadar derinde olursa, dallarımız da o kadar yükseğe uzanır.
Ali Bozkurt / Kayseri – BHA