Türkiye’de 2025’in ilk yarısında günde ortalama 100 deprem meydana geldi. Uzmanlar, deprem sayısındaki artışın nedenlerini ve olası riskleri değerlendiriyor.
Türkiye, 2025 yılının ilk altı ayını adeta sallantıda geçirdi. Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) verilerine göre, 1 Ocak ile 30 Haziran arasındaki dönemde tam 18 bin 191 deprem kayıtlara geçti. Bu rakam, ülkenin yıllık ortalama deprem sayısına şimdiden yaklaşmasıyla tedirginlik yarattı. Gazi Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi ve afet yönetimi uzmanı Doç. Dr. Bülent Özmen, bu sismik hareketliliğin nedenlerini ve olası sonuçlarını değerlendirdi.
Peki, bu kadar çok depremin sebebi ne? Doç. Dr. Özmen’e göre, artışın önemli nedenlerinden biri, Yunanistan’ın Santorini ve Amorgos adaları çevresinde yaşanan deprem fırtınası. Ege Denizi’ndeki bu hareketlilik, Türkiye’yi de etkiliyor. Bir diğer etken ise, 23 Nisan’da İstanbul açıklarında meydana gelen 6,2 büyüklüğündeki deprem. Bu deprem, Marmara Denizi ve çevresindeki fay hatlarını tetiklemiş olabilir.
Özmen, “İstanbul depremi, Marmara Bölgesi’ndeki sismik aktiviteyi artırdı. Bu durum, bölgedeki fay hatlarının daha da gerildiğini gösteriyor” diye konuştu. Vatandaşlar ise tedirgin. Özellikle İstanbul’da yaşayanlar, olası büyük bir deprem senaryosunu düşünmek bile istemiyor.
AFAD verilerine göre, yılın ilk yarısında en fazla depremin kaydedildiği iller sıralamasında Muğla başı çekiyor. Ardından Malatya, Kütahya, Kahramanmaraş ve İstanbul geliyor. Bu illerde yaşayan vatandaşlar, sürekli bir tedirginlik içinde. Özellikle daha önce deprem yaşamış olanlar, psikolojik olarak daha da etkilendiklerini belirtiyor.
Muğla’da yaşayan Ayşe Teyze, “Her sallantıda yüreğim ağzıma geliyor. Artık ne yapacağımızı şaşırdık. Devletimizden bu konuda daha fazla destek bekliyoruz” dedi.
Doç. Dr. Özmen, teknolojinin gelişmesiyle birlikte artık 2 büyüklüğünün altındaki mikro depremlerin bile tespit edilebildiğini belirtiyor. Bu durum, kaydedilen deprem sayısının artmasına neden oluyor. En yoğun depremlerin şubat ve nisan aylarında yaşandığı da dikkat çekiyor.
Ocak-haziran döneminde, 4.0 – 4.9 büyüklüğünde 206 deprem, 5.0 – 5.9 büyüklüğünde 18 deprem ve 6.0 ve üzeri 3 büyük deprem meydana geldi. Bu depremler sonucunda maalesef 2 kişi hayatını kaybetti, 452 kişi ise yaralandı. Her deprem, bir can kaybı ve yaralanma riski taşıyor. Bu nedenle, deprem bilincinin artırılması ve gerekli önlemlerin alınması hayati önem taşıyor.
İstanbul için tehlike sadece Kuzey Anadolu Fayı’nın kuzey koluyla sınırlı değil. Doç. Dr. Özmen, Marmara Denizi’nin güneyindeki fay segmentlerinin de İstanbul için ciddi bir risk oluşturduğunu vurguluyor. Gemlik ve Silivri açıklarında temmuz başında yaşanan sarsıntılar, bu riski bir kez daha gözler önüne serdi.
“Gemlik’te ve Silivri açıklarında yaşanan sarsıntılar, Kuzey Anadolu Fayı’nın sadece kuzey değil, güney kolunun da İstanbul için ciddi bir risk barındırdığını gösterdi,” diyen Özmen, yetkilileri ve vatandaşları daha dikkatli olmaya çağırıyor.
Kamuoyunda deprem açısından nispeten güvenli olarak bilinen İç Anadolu Bölgesi de aslında risk altında. Levha içi diri faylar nedeniyle zaman zaman etkili depremler yaşanabiliyor. Doç. Dr. Özmen, Konya-Kulu ve Ankara’da meydana gelen depremleri hatırlatarak, “İç Anadolu da sandığınız kadar güvenli değil” uyarısında bulunuyor. Bu durum, Türkiye’nin her bölgesinde deprem riskinin bulunduğunu gösteriyor.
Doç. Dr. Bülent Özmen’in en çarpıcı uyarısı ise olası bir Marmara depremine dair oldu. İstanbul merkezli büyük bir depremin, 6 Şubat 2023’te Kahramanmaraş merkezli depremlerden 2-3 kat daha yıkıcı etkiler yaratabileceğini belirtiyor. Bu senaryo, akıllara 1999 Gölcük depremini getiriyor ve yürekleri ağza getiriyor.
Özmen, “Deprem risklerinin azaltılmasına yönelik çalışmaların, başta İstanbul olmak üzere hızla hayata geçirilmesi gerekiyor” çağrısında bulunuyor. Aksi takdirde, olası bir Marmara depreminin sonuçları çok daha ağır olabilir.
Peki, ne yapmalı? Uzmanlar, deprem öncesinde binaların güçlendirilmesi, acil durum planlarının yapılması ve deprem bilincinin artırılması gerektiğini vurguluyor. Herkesin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi, olası bir felaketin etkilerini azaltabilir.