Mahremiyetin Son Eşiği: Doğrulanmış İnsan!

Yayınlama: 03.06.2025
A+
A-

Yapay Zekâ, Biyometrik Veriler ve “İris Kodu”: Dijital Kimliklerin Kırılganlığına Dair Bir Uyarı

Tülay Ataman – Adli Bilişim Uzmanı / AI Stratejisti

Geçtiğimiz günlerde Time dergisinde yayımlanan, yapay zekâ teknolojileri üzerine küresel tartışmaları alevlendiren bir röportaj, yalnızca OpenAI’nin kurucularına değil, aynı zamanda dijital çağda insan kimliğinin yeniden tanımlanmasına dair kritik sorulara da işaret ediyor. Haberde dikkat çeken başlıklardan biri, doğrulanmış insan konsepti ve bu kapsamda iris kodunun potansiyel bir kimlik standardı olarak önerilmesiydi.

İris kodu; bireyin göz retinasının ön yüzeyinde yer alan, doğuştan sabit kalıp yaşam boyu değişmeyen karmaşık desenlerin dijitalleştirilmesiyle elde edilen, son derece güvenli bir biyometrik tanımlayıcıdır. Bu teknoloji, geleneksel parmak izi ya da yüz tanıma sistemlerine göre çok daha yüksek bir eşleştirme doğruluğu sunar. Ancak mesele sadece teknik güvenlik değil; mesele, bireysel mahremiyetin ve biyometrik egemenliğin geleceğidir.

Time’da geçen “doğrulanmış insan” kavramı, aslında masum bir teknolojik gelişmeden ziyade, dijital çağın biyopolitik boyutunu gündeme getiriyor. İnsanların yalnızca dijital kimliklerle değil, biyometrik temelli kodlarla “doğrulanması” fikri; başta etik, felsefi ve hukuki pek çok meseleye kapı aralıyor. Özellikle merkezi yapay zekâ kuruluşlarının biyometrik veri tabanları kurması ve bu verileri yapay zekâ modellerine entegre etmesi, veri güvenliği tartışmalarını geri dönülmez bir eşikte bırakmaktadır.

Son dönemde kamuoyuna yansıyan bilgiler, iris kodu ile kimliğini doğrulayan bireylerin yalnızca dijital sistemlerde “onaylı insan” statüsü kazanmakla kalmayacağını, aynı zamanda bu sürecin ekonomik bir teşvik mekanizmasıyla da destekleneceğini ortaya koymaktadır. Spesifik olarak, bu sisteme dahil olan kişilere yüklü miktarda kripto varlık tahsis edilmesi planlanmaktadır. Bu strateji, biyometrik kimliğin dijital ekonomi ile entegrasyonunu hızlandırma ve merkeziyetsiz finansal yapılara küresel ölçekte katılımı teşvik etme amacı taşımaktadır.

Bu girişim, görünürde teknolojiye erişimi kolaylaştıran bir hamle olarak pazarlansa da, altında son derece kritik yapısal dönüşümler barındırmaktadır. Bireylerin biyometrik verileri karşılığında dijital varlık sahibi yapılması, hem mahremiyetin ekonomik bir karşılığa indirgenmesi anlamına gelir hem de dijital ekonomik sistemlere gönüllü değil, dolaylı bir zorunlulukla yönlendirilmesini beraberinde getirir. Bu bağlamda, dijital kimlik ve finansal teşvik arasındaki bağ, bireylerin özgür iradesiyle karar alma süreçlerini tehdit eden yeni bir gölge ekonomi biçimi olarak değerlendirilebilir.

Ayrıca bu strateji, kripto sistemine “yüksek yoğunluklu katılım” hedefleyen yapılar için kısa vadeli büyüme sağlayabilirken, uzun vadede biyometrik verilerin ticari ve politik amaçlarla kullanılması riskini artırmaktadır. Verilen teşvikler, ekonomik cazibe yaratmakla birlikte, bireylerin iris kodları gibi geri döndürülemez biyometrik kimliklerini merkezi platformlarla paylaşmalarını sistematik hale getirmektedir. Bu durum, sadece veri güvenliği değil, dijital vatandaşlık kavramı, dijital sınıflar ve siber ayrımcılık gibi öncelikler getirecek.

Adli bilişim perspektifinden baktığımızda, iris kodu gibi biyometrik verilerin sızması ya da manipülasyonu, bir bireyin tüm dijital altyapısının ele geçirilmesi anlamına gelir. Çünkü bu tip veriler iptal edilemez, değiştirilemez ve çoğunlukla bireyin bilgisi dışında kullanıma açılabilir. Klasik parolalar ya da iki faktörlü doğrulamalar gibi değil; iris kodu bir kez ele geçirildiğinde, kişinin tüm dijital yaşamı için geri dönüşü olmayan bir tehdit haline gelir.

Bu bağlamda, Time’da gündeme getirilen yapay zekâ destekli doğrulama sistemlerinin “gelişmiş kimlik güvenliği” adı altında küresel bir standarda dönüştürülmesi fikri, ciddi biçimde sorgulanmalıdır. Özellikle veri egemenliği, şeffaflık, rıza, unutuş hakkı ve denetlenebilirlik gibi temel dijital haklar, bu yeni kimlik modellerinin gölgesinde kalmamalıdır.

Heyhaber.com okuyucularına bu yazıyı sunarken; bir adli bilişim uzmanı olarak dijital kimlik sistemlerinin yalnızca teknolojik başarılarıyla değil, aynı zamanda insan onuruna, mahremiyetine ve özgürlüğüne olan saygısıyla değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamak isterim. Bilim ve etik arasında kuracağımız denge, gelecek nesillere bırakacağımız en sağlam dijital miras olacaktır.

Tülay Ataman

REKLAM VERMEK İÇİN ARAYIN
0532 659 8130